1. Fiil tutmak.
    I held her hand. Please hold my book. She's holding the baby in her arms.
  2. Fiil alıkoymak, saklamak, ayırmak.
    hold mercahndise until called for.
    hold a room: oda ayırmak.
  3. Fiil bırakmamak, zaptetmek, elinde tutmak, zorla alıkoymak.
    They hold the child for ransom. The city is held by the enemy.
  4. Fiil bulundurmak, tutmak.
    to hold one's head high: başını dik/yüksek tutmak.
    hold someone spellbound:
    birisini etkisi altında bulundurmak (büyülemek).
  5. Fiil salıvermemek, alıkoymak.
    They are holding him on a vagrancy charge.
  6. Fiil düzenlemek, tertiplemek, yönetmek, toplamak.
    to hold a meeting/a conference.
  7. Fiil engellemek, engel/mani olmak, durdurmak, sınırlamak, geciktirmek.
    The dike held during the flood:
    Set, sel basmasına engel oldu.
    hold the price increases to a minimum: fiyat artışını sınırlamak.
    hold the press to insert a late story: son haberi de dercetmek için baskıyı geciktirmek.
  8. Fiil sahip/malik olmak, (mevki vb.) işgal etmek, kontrol altında tutmak, hâkim olmak.
    to hold political
    office: siyasî mevkii olmak.
    He held his temper: Öfkesine hâkim oldu.
  9. Fiil içermek, (içine) almak, istiap/ihtiva etmek.
    This bottle hold a quart. This theater holds 500 people.
    Life holds many surprises.
  10. Fiil inanmak, kanaatinde olmak, kabul/tasdik etmek.
    We hold this belief. People once held that the earth
    was flat. He holds some strange ideas.
  11. Fiil saymak, telâkki etmek, tutmak, yerine koymak.
    I hold you responsible: Seni sorumlu tutuyorum.

    I hold him to be a fool/that he's a fool/the view that he's a fool: Bence o budalanın biridir (Onu budala yerine koyuyorum).
  12. Fiil (yasaya göre) karar vermek, hükmetmek.
    The court holds him guilty.
  13. Fiil değerlendirmek, değer/kıymet biçmek.
    We held her best of all the applicants.
  14. Fiil mecbur etmek.
    hold someone to his agreement/to his word: birisini anlaşmaya uymaya/sözünü tutmaya
    mecbur etmek.
    They held him to his promise.
  15. Fiil yöneltmek, çevirmek, tevcih etmek.
    He held a gun on the cashier while an accomplice robbed the store.
  16. Fiil dur(dur)mak, tutmak, kalmak, sabit olmak.
    hold your breath: Nefesini tut.
    hold yourself still:
    kımıldama, hareketsiz dur.
  17. Fiil yapışmak, çözülmemek, bağlı kalmak.
  18. Fiil sür(dür)mek, devam et(tir)mek, (aynı durumu) korumak/muhafaza etmek, bırakmak.
    The breeze held all
    day.
    hold silence: sessizliği korumak.
    hold the audience in suspense: dinleyicileri merak ve heyecan içinde bırakmak.
    I hope the nice weather will hold: İnşallah güzel havalar devam eder.
  19. Fiil dayanmak, sebat etmek, taşımak, tahammül etmek.
    Will the rope hold? İp (yükü) taşıyabilir mi?

    The roof won't hold much weight: Çatı fazla ağırlığa dayanamaz.
  20. Fiil
    hold with: tarafını tutmak, taraftar olmak, iltizam etmek.
    to hold with the new idea.
  21. Fiil
    hold by/from/in/of
    etc.: (imtiyaz/unvan/paye/derece) taşımak, haiz olmak, elinde tutmak,
    sahip olmak.
    He holds a Ph.D. He holds the rights to hunt on this land. He holds a half share in the business.
  22. Fiil
    hold to: sadık olmak/kalmak, sadakat/bağlılık göstermek.
    to hold to one's purpose. He held to his promise.
  23. Fiil geçerli/cari/yürürlükte/muteber/doğru olmak, uygulanmak.
    That rule does not hold. This decision holds
    for all such cases. What he said still holds (=is still true).
  24. Fiil sakınmak, çekinmek, kaçınmak, imtina etmek (genellikle emir kipi).
  25. Fiil, Müzik (notayı) uzatmak.
  26. Fiil (zihninde/kalbinde) tutmak, beslemek.
    to hold a grudge: kin beslemek.
    to hold a belief: inanç beslemek.
  27. Fiil üzerinde uyuşturucu madde bulundurmak.
  28. Fiil savunmak, müdafaa etmek, tutmak.
    hold the fort: kaleyi tutmak (savunmak).
  29. İsim tutma, yakalama, kavrama, tutuş, kavrayış.
    take/get/catch/lay hold of: tutmak, yakalamak.
    Get
    hold of the rope: Halatı (sıkı) tut!
    lose hold of: gevşetmek, (serbest) bırakmak.
  30. İsim tutamak, sap, kulp.
  31. İsim tutunacak yer, destek, dayanak.
    Can you find a hold for your hands so that you can pull yourself up?
  32. İsim alıkoyma, (özel bir maksat için) ayırma, saklama.
    to put a hold on a library book.
  33. İsim etki, tesir, nüfuz.
    to have a hold on a person.
  34. İsim, Müzik (bkz: fermata ).
  35. İsim kısa duraklama/aralık/fasıla, poz.
    a hold in the movement of a dance.
  36. İsim hapishane (odası), hücre.
  37. İsim tutucu, kap, bir şeyin içine konulduğu şey.
    a basket used as a hold for letters.
  38. İsim kale, müstahkem mevki.
  39. İsim, Denizcilik gemi ambarı, geminin iç tarafı, sintine.
kafasında bir sürü ayrıntı tutmak Fiil
kararına bağlı kalmak Fiil
sebat etmek Fiil
inancına sımsıkı sarılıp elden bırakmamak Fiil
kendine hâkim olmak Fiil
sürüklemek Fiil
dinleyicilerine kendini dinletmek Fiil
dinleyicilerini büyülemek Fiil
soluğunu tutmak Fiil
seçtiği şey üzerinde ısrar etmek Fiil
fikrini kendine saklamak Fiil
yoluna devam etmek Fiil
rotasını izlemek Fiil
ateşini kesmek Fiil
yerini/durumunu korumak.
bir işe girişmemek Fiil
gururunu/cesaretini kaybetmemek, tepeden/gururla/güvenle bakmak.
(a) baş eğmemek, eğilmemek, mağlûp olmamak, (b) gururunu/izzetinefsini korumak.
sakin olmak, sükûnetini korumak, soğukkanlı davranmak, acele etmemek, sabırlı olmak.
Hold your horses!
Sakin ol! Acele etme!
hayatını hiçe saymak.
own (5).
(a) mevkiini/durumunu korumak/muhafaza etmek, (b) yenilgiyi/mağlûbiyeti önlemek, başını kurtarmak.
bütün hasımlara karşı direnmek Fiil
rakip piyasalarda tek başına mücadele etmek Fiil
en iyileriyle rekabet edebilir durumda olmak Fiil
dilini tutmak, susmak, konuşmamak.
susmak, sükût etmek, bir şey söylememek.
itibarına aldırış etmemek Fiil
itibarına leke sürülmekten korkmak Fiil
dilini tutmak, susmak, konuşmamak.
susmak, dilini tutmak, konuşmamak.
bütün engellere karşın yolunda gitmeye devam etmek Fiil
fikrinde ısrar etmek Fiil
çağdaşlarının aynası olmak Fiil
teslim olmak Fiil
(birisini) avucunun içine almak, bir kimse üzerinde büyük nüfuz ve kudreti olmak.
direnmek, ayak diremek, sebat etmek, yılmamak, boyun eğmemek.
Even though the boxer was hurt, he stood his ground.
gerçeklik duygusundan uzaklaşmak Fiil
bir bölge üzerinde hâkimiyeti olmak Fiil
kucağına almak Fiil
ambar
demirin tutması.
yük ambarı
bir yük gemisinde en başta olan ambar
belge imha yasağı Hukuk
ambarların havalandırılması gibi işlerle görevli
(a) güreşte boğma vaziyeti, (b) boğucu kuvvet/hakimiyet/etki.
tutmak, ele geçirmek, işi yürütmek.
...i ...den mesul tutmak Fiil
dört daktilo sayfası tutmak Fiil
bir rotada gitmek Fiil
bir müzakere düzenlemek Fiil
bir kararı ertelemek Fiil
üniversite diploması sahibi olmak Fiil
fuar düzenlemek Fiil
(Br) bir şölen düzenlemek Fiil
bir işi olmak Fiil
lisansı olmak Fiil
otopsi yapmak Fiil
bir baltaya sap olmak Fiil
rütbesi olmak Fiil
referandum yapmak Fiil
bütün kozlar elinde olmak Fiil
bütün kozlar elinde olmak Fiil
tüm kozları elinde bulundurmak Fiil
uzak durmak, yaklaşmamak, ilişki kurmamak.
bir şeyden uzak durmak Fiil
bir davaya devam etmek Fiil
soruşturma açmak Fiil
alıkoymak, engel olmak.
hold back salary: maaşını alıkoymak.
Sickness held him back: Hastalık onu alıkoydu.
(a) çekinmek, kendini tutmak, (b) gizlemek, saklamak.
to hold back the truth. (c) söylememek,
gizli tutmak, sır saklamak, açığa vurmamak, (d) (işe/faaliyete) karışmamak, katılmamak, (e) alıkoymak, zaptetmek.
...'i frenlemek Fiil
bilgi saklamak Fiil
(a) sadık/bağlı kalmak, (fikrinden vb.) dönmemek.
During the whole struggle he held by his principles.
(b) inanmak, doğru bulmak, desteklemek, aynı fikirde olmak.
I don't hold by some of strange ideas you believe in.
esir tutmak Fiil
konsültasyon yapmak Fiil
danışmak Fiil
biriyle istişarede bulunmak Fiil
düzeltmek Fiil
musahhihlik yapmak Fiil
bir metnin düzeltmelerini okumak Fiil
toplantı yapmak Fiil
(bir topluluk içinde) kendine hayran kazanmak, sükse yapmak.
sigortalı kişiye poliçe hazır olmadan sigortalı olduğunu bildirmek Fiil
müzakere yapmak Fiil
müzakerede bulunmak Fiil
(a) baskı/kontrol altında tutmak, baş kaldırtmamak, itaat altında tutmak, boyun eğdirmek, inkıyat ettirmek,
(b) (işi) iyi yürütmek/yönetmek, üstesinden gelmek.
He had held down a tough job for a long time. (c) indirmek, azaltmak, düşürmek.
We must try to hold prices down. (d) sınırlandırmak, tahdit etmek.
masrafları kısmak Fiil
her şey dursun
tutma olanağı
(İngiliz Lirası) sabit olmak Fiil
eleştirmemek Fiil
ateş etmemek Fiil
saldırmamak Fiil
karşı çıkmamak Fiil
ateş açmamak Fiil
mahkeme için emaneten saklamak Fiil
hold1 (38).
(a) önermek, teklif etmek, ileri sürmek, (b) lâfı uzatmak, uzun uzadıya konuşmak, sürekli konuşarak bıktırmak/kafa
şişirmek, nutuk çekmek.
doğru/geçerli olmak.
This rule holds good at all times and places.
el ele tutuşmak Fiil
beri kılmak Fiil
berî kılmak Fiil, Hukuk
(a) tutmak, zaptetmek.
He was so angry he couldn't hold in his temper. (b) kendini tutmak, kendine/nefsine
hâkim olmak.
He held himself in for fear of saying something he would regret.
tiksinmek Fiil
birini hep meşgul etmek Fiil
geciktirmek Fiil
emanette tutmak Fiil
kararsız durumda bırakmak Fiil
tutma komutu
! kımıldama! davranma! öylece dur!
birini hapis tutmak Fiil
arazi sahibi olmak Fiil
(borsa) değerlerin aynı düzeyde kalması
(a) uzakta tutmak, yaklaştırmamak, defetmek, (b) ertelemek, tehir etmek, sonraya bırakmak, geciktirmek.

to hold off buying a car. (c) (bir şeyi yapmaktan) kaçınmak, sakınmak, çekinmek.
iktidarda olmak Fiil
aganta Denizcilik
(a) bırakmamak, salıvermemek, sımsıkı tut(un)mak, kavramak.
He held on to the overturned boat till
help came. (b) sürmek, sürüp gitmek, süregelmek, devam etmek.
The rain held on steadily all day. (c) (fikrinde/tutumunda) sebat etmek, (d) (Genellikle emir kipi): durmak, beklemek.
hold on there a minute! Bir dakika bekle!
hold on a bit! Yavaş, biraz dur!
emanet olarak tutmak Fiil
kendini sorumlu tutmak Fiil
(a) sunmak, takdim etmek, (b) uzatmak.
hold out your hand! (c) dayanmak, varlığını sürdürmek,
devamlı/sürekli olmak.
Our supplies would not hold out much longer. (d) direnmek, boyun/baş eğmemek, teslim olmamak.
The soldiers held out for ten days until help arrived. (e)
argo gizlemek, saklamak, gizli tutmak, açıklamamak.
to hold out important information.
(a) ertelemek, tehir etmek, sonraya/geriye bırakmak.
The game has been held over until next week.
(b) süresi bittiği halde makamında kalmak, uzun süre elinde tutmak, (c) fazla (uzun süre) kalmak, süresini uzatmak.
The movie was so popular that it was held over for another week. (d) (tehdit veya kontrol için) elinde tutmak/kullanmak.
parlamentoyu toplanmaya çağırmak Fiil
parlamentoyu toplantıya çağırmak Fiil
savunmada bulunmak Fiil
vekâletname sahibi olmak Fiil
mülk sahibi olmak Fiil
teminatlı olmak Fiil
hisse bulundurmak Fiil
hisse senetleri olmak Fiil
birini hor görmek Fiil
birini taahhütlerini yerine getirmemiş olmakla itham etmek Fiil
birine saygı beslemek Fiil
ayıplamak Fiil
bağışlamamak Fiil
oturmak Fiil
ikamet etmek Fiil
elinde hisse bulundurmak Fiil
(US) elinde hisse senedi olmak Fiil
hissedar olmak Fiil
elinde hisse senedi olmak Fiil
oyunu oyun çizelgesine göre oynamak Fiil
başta gelmek Fiil
piyasayı tutmak Fiil
milleti bir arada tutmak Fiil
(US) gaz pedalına basmak Fiil
(sahne oyunu) tutunmak Fiil
(söz, vait vb.) tutmak, sadık kalmak, sözünde durmak, (karar vb.'den) dönmemek, sebat etmek.
He holds to his promise.
(a) bir arada tutmak, (b) ayrılmamak, dağılmamak, çözülmemek, (c) tutturmak, raptetmek, birbirine bağlamak,
tespit etmek, sağlamlaştıtmak, (d) (ifade) tutarlı/anlamlı olmak, gerçeğe uygun görünmek.
geçerli olmak Fiil
(a) (örnek) göstermek/vermek.
Grandfather always held up his youngest son as an example to follow.
(b) teşhir etmek, göstermek, arzetmek.
to hold someone up to ridicule: sözleriyle birini küçük düşürmek. (c) engellemek, geciktirmek, durdurmak.
The policeman held up the traffic. (d)
ABD- k.d. yolunu kesip soymak, silah tehdidi ile parasını almak.
The criminals held up the bank and took all the money. (e) desteklemek, yardım etmek, yardımda bulunmak, (f) durdurmak, (g) devam etmek, (durumunu /mevkiini) korumak/sürdürmek.
Sales held up well: Satışlar iyi gidiyor.
hold up one's head again: tekrar başını kurtarmak, (h) dayanmak, mukavemet etmek, (i) sükûnetini/metanetini korumak, cesaretini kaybetmemek.
The grieving mother held up for her children's sake. (j) gerçeğe uymak, doğruluğu anlaşılmak.
The police were doubtful first, but Tony's story held up. (k) kaldırmak, yükseltmek.
Sue held up her hand.
(a) sızdırmamak, su akıtmamak/geçirmemek, (b)
k.d. geçerli/makul/doğru olmak, gerçeklere uymak,

mec. su götürmek.
His story doesn't hold water.
mantıkî olmak, su götürmemek.
not hold water : sızmak, su almak, mantıksız olmak, su götürmek.
(pazar) durgun olmak Fiil
(a) aynı fikirde olmak, mutabık olmak, anlaşmak, mutabakat sağlamak, (b) onaylamak, tasdik/teyit emek,
muvafakat etmek, doğru bulmak, (c) (birisinin) tarafını tutmak.
soluğunu tutmak Fiil
ele geçirmek Fiil
silah tehdidi
elinde hisse senedi olmak Fiil