1. Fiil inanmak.
    I believe (that) I am right: Haklı olduğuma inanıyorum.
    to make believe: inandırmak.

    to believe someone: birisine inanmak.
    to believe in one God: Tek Tanrıya/Allahın birliğine inanmak.
    believe me! Bana/sözüme inan!
  2. Fiil güvenmek, itimat etmek.
    to believe in someone's word: birinin sözüne itimat etmek.
    Don't you
    believe it: Ona güvenme(yiniz)/itimat etme(yiniz)!
  3. Fiil iman etmek.
    to believe in God: Allaha iman etmek.
  4. Fiil sanmak, zannetmek.
    The fugitive is believed to be headed for Mexican border: Kaçağın Meksika hududuna
    doğru gittiği sanılıyor.
    I believe he has come: Zannederim geldi.
  5. Fiil tahmin etmek.
    I believe that he has left town: Şehirden ayrıldığını zannediyorum.
kulaklarına/duyduğuna inanmak.
Is she really coming? I can hardly believe my ears: Sahiden geliyor
mu? Kulaklarıma inanamıyorum.
gözlerine inanamamak
… taslamak, … imiş gibi görünmek/davranmak, … süsü vermek, … olduğuna inan(dır)mak.
The little girl
liked to make believe she was a princess.
inanma nedeni
(a) inanmak, kani olmak.
to believe in ghosts: hayaletlere/cinlere inanmak. (b) güvenmek, itimat
etmek, itimadı olmak.
I believe in you: Sana güveniyorum.
believe in me: Bana güven/itimat et!
birşeyin yapılmasının doğru olduğunu düşünmek Fiil
birşey yapılması gerektiğine inanmak Fiil
birşeyin yapılmasını savunmak Fiil
birini haklı bulmak Fiil
birini desteklemek Fiil
birine güvenmek Fiil
birinin başarılı olacağına inanmak Fiil
birinin varlığına inanmak Fiil
birşeyin doğru olduğuna inanmak Fiil
birşeyi haklı bulmak Fiil
birşeye güvenmek Fiil
birşeyin varlığına inanmak Fiil
İster inan ister inanma, … Zarf
Allah seni inandırsın
inanmak Fiil
birinin teyit olunmayan iddiasına inanmak Fiil
öyle olduğunu düşünmek Fiil
öyle sanmak Fiil
öyle gelmek Fiil
öyle olduğuna inanmak Fiil
inanmak Fiil
inanmak Fiil
sanmak Fiil
düşünmek Fiil
…e tüm kalbiyle inanmak Fiil
inanılacak gerçek
galiba haklıyım
İnanmamak mümkün değil ki!
Had I but known: Eğer bilseydim.
Never a year passes but he comes
to visit me: Ziyarete gelmediği yıl yoktur.
I never pass there but I think of you: Ne zaman oradan geçsem seni düşünürüm.
Not but that I pity you: Size acımadığımdan değil.
If I could but see him: Keşki onu görebilseydim.
kelimesine bile inanmıyorum
bir türlü inanamıyorum
havsalası almamak
bir hikâyenin tek sözcüğüne bile inanmamak Fiil
bir borçluyu borcunu ödeyemez bir durumda olduğuna inandıracak makul sebep