little

  1. Noun az/ufak şey, az/cüz'î miktar, azıcık/küçük (şey).
    You have done very little for us. I understood little
    of his speech.
    He did what little he could: Elinden geleni yaptı/esirgemedi.
    Every little helps: Azıcık da olsa işe yarar.
    the little ones: küçükler/çocuklar/yavrular.
    the little people: periler.
  2. Noun biraz, az (uzaklık).
    Move a little to the left: Biraz sola git.
    It's down the road a little: Yolun az ilerisindedir.
  3. Noun (zaman) az, biraz, kısa süre.
    Stay here for a little.
    after a little: biraz sonra.
    He
    came back after a little.
    Let's walk (for) a little: Biraz yürüyelim.
    Wait a little: Biraz bekle.
hayatını hiçe saymak.
parmağında/parmağının ucunda oynatmak, her istediğini/dediğini yaptırmak.
She can twist her father round her little finger.
birini parmağında oynatmak Verb
birini parmağının ucunda oynatmak Verb
birisini parmağında oynatmak, ona her istediğini yaptırmak.
biraz
pek endişe etmemek Verb
pek yardımı dokunmamak Verb
kaale almamak Verb
çok az şeyle yaşamak Verb
küçük ölçüde, minyatür, küçültülmüş.
paint in little: küçültülmüş tablo.
pek az şey anlayabilmek Verb
önem vermemek Verb
pek az şey anlayabilmek (çıkarabilmek Verb
birini pek etkilememek Verb
çok az Adjective
(a) önemsiz saymak, kale almamak, hesaba katmamak, önem/kıymet vermemek, (b) çekinmemek, tereddüt etmemek.
Küçük Ayı burcu. Noun
cüce balaban
(Ardetta minuta). Noun
azıcık, minnacık, ufacık, küçücük. Adjective
cinsel/romantik birliktelik yaşanan veya yaşanabilecek kişileri içeren adres defteri.
gökçayır
(Andropogan scoparius): K. Amerikanın orta bölgelerinde hayvan yemi olarak yetiştirilen çayır/ot. Noun
cüce yelve
(Emberiza pusille). Noun
az ciro
küçük toy kuşu
(Otis tetrax). Noun
azar azar, tedricen.
ıslıklı tavşan
(Ochotona princeps): Kayalık Dağlarda yaşayan kısa kulaklı, kısa bacaklı, kuyruksuz
tavşan.
pika, cony ile ayni anlama gelir.
Noun
Küçük Onbaşı: Napolyonun lâkabı. Noun
cüce bataklık tavuğu
(Porzana parva). Noun
az talep
Küçük Ayı burcu. Noun
kaale alınmaz derecedeki rahatsızlıklar Noun
ürün çeşidi sınırlı şirket
Köpek burcu. Noun
ufak tefek ev işleri Noun
küçük ak balıkçıl
(Egretta garzette). Noun
küçük parmak. Noun
(Cambridge) giriş kabul sınavı
fütursuz ziyaret
yumurta piçi, ırmak dalgıcı
(Podiceps ruficollis): bir tür dalgıç kuşu. Noun
insan beyni
muhaliflerin gözünde
kendi çıkarlarını halkın çıkarlarından üstün tutan küçük
cüce martı
(Larus minutus). Noun
(Katolik kilisesinde) sabahın 1, 3, 4 ve 5'inci dua saatleri. Noun
yaprak-kıran: çinko noksanlığından ileri gelen ve çekirdekli meyve ağaçları yapraklarının kıvrılıp sararması
şeklinde görülen bir hastalık.
Noun
(Br) kalfa
taşeron
küçük kafalar Noun
(borsa) durgun olmak Verb
(kiliselerde) küçük dersane: Hz. Meryem şerefine ders ve ilâhi öğretilen oda. Noun
sağ kanadın aşırı ucundaki kadınlar için kullanılan deyim
adamcağız
işe yarasın yaramasın
pek az ya da yok denecek kadar az yardım
azya da yok denecek kadar az yardım
hemen hemen hiç, hiç denecek kadar az.
He had little or nothing to say about it: O konuda söylenecek
hemen hemen hiç sözü yoktu.
kukumav
(Athene noctua). Noun
kukumav
(Athene noctua).
periler, cinler. Noun
avam, halk, önemsiz kişiler. Noun
çocuklar, çoluk çocuk. Noun
cüceler. Noun
(İrlandada) cinler.
çocukların kulağı delik olur/ çocuktan al haberi/ çocukların gözünden bir şey kaçmaz.
ufak entrikalar Noun
küçük hapishane
13 elden ibaret oyunun 12 sini kazanma. grand slam Noun
yeni doğmuş bebek
amatör tiyatro. Noun
deneysel tiyatro Noun
oda tiyatrosu Noun
(Br) amatör tiyatro
küçük tiyatro
politikada elde edilen rüşvetin simgesi
küçük teneke kutu
ayağın küçük parmağı. Noun
yakındaki küçük şehir
(borsa) düşük ciro
yazılı orkinos Noun, Zoology
kısa dar yol
eş, zevce. Noun
hemen hemen, tamamile.
It is nothing/little short of madness to do this: Bunu yapmak delilikten başka bir şey değildir.
ve yukarı(sı)/daha fazlası.
Children of 12 and over: 12 yaşındaki ve daha büyük çocuklar.
minicik bir kuş (açıklanmak istenmeyen haber kaynağı için kullanılır).
A little bird told me:
Minicik bir kuş söyledi (gizlice öğrendim).
bir nebze
birazcık
biraz sonra
birazdan
biraz para
(a) biraz daha, (b) az daha, az kaldı.
A little more and I should have killed him: Az kaldı onu
öldürecektim (az daha üstüme varsaydı onu öldürürdüm).
keyfi pek yerinde olmama
azıcık, biraz.
a wee bit
k.d. oldukça.
I'm afraid he's a wee bit drunk.
kısa bir süre
felekten bir gün çalmak Verb
dayanaksız iddialar Noun
birinin sözde saygılı davranışına pek bel bağlamamak Verb
biraz deli olmak Verb
biraz acayip olmak Verb
bir tahtası eksik olmak Verb
pek rağbet görmemek Verb
pek tanınmamak Verb
nerdeyse mucize sayılmak Verb
pek pahalı olmayan bir yer aramak Verb
birinin işine yaramamak Verb
pek önemi olmamak Verb
pek esası olmamak Verb
pek değeri olmamak Verb
fazla kâr sağlayamamak Verb
bir şeyle teselli bulamamak Verb
küçük bir bungalovda karar kılmak Verb
kısa bir süre için Adverb
az parayla geçinmek Verb
büyük bir şey elde etmemek Verb
toplum içine pek sık katılmamak Verb
küçük bir derdi büyütmek Verb
biraz para biriktirmiş olmak Verb
ihtiyatta biraz parası olmak Verb
pek çekiciliği olmamak Verb
bir şeyi yapmaya pek gönüllü olmamak Verb
olsa da olmasa da olur olmak Verb
öğretme konusunda pek yeteneği olmamak Verb
başkalarının duygularına aldırmamak Verb
başkalarının duygularını hiçe saymak Verb
bilmiyor ki
önem vermemek, saymamak.
iyileşmek için pek ümidi olmamak Verb
pek revaçta olmama
müdahalesi işe yaramamak Verb
pek işe yaramaz
Biraz serin.
birinin neler karıştırdığını bilmek Verb
birinin oynadığı oyunu bilmek Verb
birinin neler karıştırdığını bilmek Verb
birinin çevirebileceği dolapları bilmek Verb
pek değer vermemek Verb
birine yapacağı fazla şey bırakmamak Verb
mütevazı kendi halinde küçük bir evde oturmak Verb
az parayla geçinmek Verb
(a) küçümsemek, önem vermemek, küçük görmek, aldırış etmemek.
She made little of her troubles.
(b) pek az anlayabilmek, iyice anlayamamak/kavrayamamak.
(bir şeye) çok önem vermek/hiç önem vermemek.
bir hayli ... Adverb
oldukça ... Adverb
bayağı ... Adverb
fiyasko, neticesiz tartışma.
iyi bir para
epey gayret sarf ederek
yutulur şey değil
fazla destek görmemek Verb
tesirsiz Adjective
kıymetsiz Adjective
değersiz Adjective
kıymet-i harbiyesi olmayan Adjective
etkisiz Adjective
sonuçsuz Adjective
önemsiz Adjective
neticesiz Adjective
dikkat etmemek Verb
dar ve adi oda
ufak tefek önemsiz işler Noun
çok az umut
mücadeleye pek gönüllü olmamak Verb
ufak ufak biriktirmek Verb
birinin oyununu çakmak Verb
bir şeye pek önem vermemek Verb
güzelce bir gelir
birisinin uyarısına kulak asmamak Verb
az yer tutmak Verb
küçük parmak
hayatın sıkıntıları Noun
adamın karısı
gelme olasılığı pek yok
işler kötü gidiyor
Aralarında hiç fark yoktur/Ha o, ha öteki, farketmez.
birini düşünmemek Verb
iş mektubundan başka yerde pek kullanılmaz
boşuna
küçük dükkân
seni gidi