even

  1. Adjective düz, dümdüz, düzgün, arızasız, pürüzsüz.
    an even surface. even country has no hills.
  2. Adjective aynı seviyede, bir düzeyde, paralel, muvazi, … ile bir (hizada/seviyede).
    The snow was even with the
    window. Cut the bushes even with the fence.
    of even date: (a) aynı tarihli, (b) bugünkü tarihle.
  3. Adjective düzenli, düzgün, muntazam, kararlı, üniform.
    a even motion.
    even pace: düzgün adım.
    an even coat of paint.
  4. Adjective tekdüzen, yeknesak.
    an even color.
  5. Adjective eşit, müsavi, başabaş, birbirine denk, birbirinin aynı.
    even quantities of two substances. They divided
    money into even shares. The chances of success or failure are even. The teams are even.
    to be even: eşit olmak, berabere kalmak, başabaş gelmek/kalmak.
    to be even with sth: (a) başabaş/eşit kalmak, (b) öcünü almak, hakkından gelmek.
    I'll be even with him yet: Ben ona gösteririm/onun canına okurum.
    even bet: eşit para sürerek girişilen bahis.
  6. Adjective çift: 2 ile bölünebilen, 2'nin katı.
    4 is an even number.
    odd or even: tek mi çift mi (oyun).
  7. Adjective çift (sayılı/numaralı).
    The even pages of a book. The even houses on a street.
  8. Adjective tam, ne eksik ne fazla, tamamı tamamına.
    to walk an even mile. 12 apples make an even dozen.
    even
    dollars = even money: yuvarlak (küsuratsız) hesap.
  9. Adjective denk, dengeli, eşit.
    Check to see if the scales are even.
  10. Adjective başabaş: ne alacaklı ne borçlu.
    When he had paid all of his debts, he was even.
  11. Adjective sakin, temkinli, soğukkanlı, değişmez, sabit, kararlı.
    even-tempered: sakin tabiatli, soğukkanlı.

    even minded: temkinli, kendine hâkim.
    a person with an even temper is seldom excited.
    an even temperature: sabit sıcaklık.
  12. Adjective tarafsız, bitaraf, insaflı, hakka/adalete uygun.
    an even bargain.
    even handed justice: tarafsız adalet.
  13. Adverb dümdüz, düzgün/muntazam bir şekilde.
    The road ran even over the hills.
    keep things running
    even: işleri muntazam bir şekilde yürütmek.
    make even: düzeltmek, dümdüz yapmak, bir hizaya getirmek, tam satırı doldurmak için kelime aralarını açmak.
  14. Adverb hattâ, … bile, dahi, … de/da.
    even the least noise disturbs her: En ufak gürültü bile onu rahatsız
    eder.
    He works day and night, even in the holidays.
    I have even forgotten his name: Adını bile unuttum.
    even better: daha da iyi.
    without even saying goodbye.
  15. Adverb -ceye kadar, sonuna kadar.
    faithful even to death: ölünceye kadar sadık.
  16. Adverb rağmen, olsa da, olsa bile.
    even with that handicap, he managed to win: Bu engele rağmen kazanmayı başardı.
  17. Adverb aynen, tamamen, tamamıyla, tamı tamına, tıpkısı tıpkısına.
    It was even so: Aynen öyle idi.
  18. Adverb ya da, veya.
    It was he, even his brother: Ya o, ya da kardeşi idi.
  19. Verb düzleştirmek, düzgünleştirmek, düzeltmek, düzgün yapmak, tesviye etmek.
  20. Verb eşitliği sağlamak, berabere kalmak.
  21. Noun akşam, arife, (bir gün) önce.
zararsız/başabaş kapatmak, ne kâr ne zarar etmek.
He played poker all night and broke even.
başabaş getirmek, kârı zararına eşit olmak, ancak masrafını karşılamak.
(basım) son sayfayı tam doldurmak Verb
acısını çıkarmak Verb
tarafsız karar vermek Verb
keşke, bari.
If even I could see her: Bari onu görebilsem.
doğruları paralel yapmak Verb
(US) tek ve çift numaralama yöntemiyle ilgili
tek mi çift mi oyunu
puanlarımız eşit
düz örmek.
aynı yaşta
(a) daha/henüz … iken, tam o anda/sıra(da)/zamanda, tam bu/o esnada.
She left even as you came:
Tam siz geldiğiniz zaman o çıkmıştı. (b) tıpkı, aynen, tam.
Do even as I do: Tıpkı benim gibi yap.
even as he had wished: Tam istediği gibi.
ortak bahiste eşit risk
eşit olasılıkla
dürüst anlaşma
işlem
düzenli üretim akışı
Kul kusursuz olmaz (Herkesin yanıldığı zaman olur).
hattâ, … bile, … olsa da.
even if he came himself, I would not do it: O bizzat gelse bile bu işi yapmam.
ağız ıyla kuş tutsa dahi
ne de, hele … hiç, … şöyle dursun. (olumsuz bir tümceyi izleyen tümceyi daha da olumsuz yapar).
He
can't speak Turkish, still less English: İngilizce şöyle dursun Türkçeyi bile konuşamaz (Türkçe konuşamaz, hele İngilizce hiç konuşamaz).
It was not a merely scientific interest, even less was it a political one: Sırf bilimsel bir ilgi olmadığı gibi, siyasî bir ilgi hiç değildi.
(yarışta) eşit tutarla bahis tutuşma.
şimdi bile, o zaman bile, yine de, buna rağmen.
I have explained everything, but even now (then) she
doesn't (didn't) understand.
çift
çift numara
çift adet
çift sayı Noun, Mathematics
arka yüz
eşit şans
eşitleştirmek, eşit şekilde/düzgünce yaymak.
düz hale getirmek Verb
dengelemek Verb
düzeltmek Verb
eşitsizlikleri gidermek Verb
düzlemek Verb
eşit hale getirmek Verb
eşitlemek Verb
ikil devşirim. Noun
yeknesak
simetrik
tek düzen
muntazam
buna rağmen, hattâ, yine de, öyle olsa da.
Yes, but even so: Evet, fakat yine de …
The fire
was out, but even so the smell of smoke was strong: Yangın sönmüş olmasına rağmen keskin bir duman kokusu vardı.
olsa bile.
Even if you're right- even so, it doesn't prove anything: Haklı olsan bile, bu bir şey ifade etmez.
adil paylar
dengeli
eşit meblağ
yuvarlak hesap
şimdi bile, o zaman bile, yine de, buna rağmen.
I have explained everything, but even now (then) she
doesn't (didn't) understand.
her ne kadar … da, olsa bile, … rağmen, … de, … bile.
even though you don't like wine, try a glass
of this: Her ne kadar şaraptan hoşlanmıyorsan da, bundan bir kadeh iç.
dengelemek, başabaş getirmek, denkleştirmek, tevzin etmek, denge/muvazene sağlamak.
even up accounts:
hesabı denkleştirmek.
That will even things up: Bu dengeyi (hesap dengesini) sağlayacak.
eşit hale getirmek Verb
eşitlemek Verb
eşitsizlikleri gidermek Verb
siz bile
aynı tarihli bir ...
tam bir düzine
biriyle berabere kalmak Verb
buna dayanarak üretim düzeyinde
maliyetlerin gelire eşit olduğu kâr ya da zararın olmadığı üretim düzeylerini belirleyip
üretim maliyetlerinde ve satış fiyatlarındaki değişmelerin kârlar üzerindeki etkilerini hesaplayarak
bir işin veya ürünün kârlılık analizini yapan yön
bu analiz yöntemiyle yapılan çalışmanın sonuçlarını yönetime gösteren grafik
net satışlar ve sabit masraflar arasındaki ilişkiyi gösteren ve kuruluşun hangi noktadan itibaren kâr
sağaıyabileceğini belirten grafik
işletme masrafları Noun
başabaş rakamları Noun
ara verme noktası Noun
ölü nokta
kritik nokta
mola noktası Noun
ara verme komutu
ara verme noktası anahtarı
biriyle alacağı vereceği olmamak Verb
öcünü/intikamını almak, ödeşmek, hakkından gelmek, acısını çıkarmak, misilleme yapmak.
altında kalmamak Verb
bir şeyin altında kalmamak Verb
get1 (47).
birisinden acısını çıkarmak Verb
misliyle karşılık vermek Verb
acısını burnundan fitil fitil çıkarmak Verb
fiyatları istikrarlı tutmak Verb
fiyatları istikrarlı tutmak Verb
hesap tutturmak Verb
eşit şartlarla karşılaşmak Verb
hiçbir şansı olmamak Verb
hiçbir
hiç direnme göstermemek Verb
tek-çift eşlik denetimi
bir ürünün fiyatını tek sayı ile biten şekilde saptama
(örneğin , 500 dolar yerine , 499 dolar gibi
aynı tarihli Adjective
her şey yolunda
dengede
eşit şartlarla
yeniden rotasına oturtmak Verb
dengeli bir konjonktür politikası izlemek Verb
filet Maritime Traffic