atone for: kefaret vermek, (suç, kabahat, günah vb.'ni) affettirecek harekette bulunmak.
to atone for one's sins: günahlarının kefaretini ödemek.
Verb
cezasını çekmek, kefaretini ödemek.
Verb
telâfi etmek, gönlünü almak, tarziye vermek.
to atone one's failings: başarısızlığını telâfi etmek.
He tried to atone for his rudeness by sending her some flowers: Ona çiçek göndererek gönlünü aldı.
Verb
uzlaş(tır)mak, anlaş(tır)mak.
Verb
yararlı iş başlatmak
Verb
yıldırım gibi, birdenbire, ânî olarak.
Influenza came down upon me at one fell swoop .
bir hamlede, bir çırpıda.
bir hamlede, bir vuruşta.
(a) vaktiyle, bir zamanlar.
At one time I lived in France. (b) eski(den), sabık.
at one time governor of Bursa: sabık Bursa valisi. (c) hep birden, aynı zamanda.
They all started to talk at one time: Hep bir ağızdan konuşmaya başladılar.
formunda, en iyi durumunda.
I am never at my best in the early morning.
hazır, emre âmade, elinin altında.
have something at one's fingertips: çok iyi bilmek, derin vukufu
olmak, girdisini çıktısını bilmek.
You'd better ask Cahit, he's got the whole subject at his fingertips.
vakit bulunca, (boş) vakti olunca/olduğu zaman, müsait zamanda, fırsat düşerse.
Please look through these papers at your leisure: Bir boş vaktinde şu kâğıtlara lütfen bakıver.
riski kendine ait olmak üzere
riski kendine ait (olmak üzere
keyfine göre, canı nasıl isterse.
=
at ones wit's end: apışıp kalmış, işin içinden çıkamaz halde, ne yapacağını şasırmış.
be at one's wit's (wits') end: apışıp kalmak, işin içinden çıkamamak, ne yapacağını bilememek.
yeni mal sahibinin haklarının tanınması
aklı başından gitmek
Verb
ne yapacağını bilememek
Verb
ne yapacağını şaşırmak
Verb
işinde henüz acemi olmak
Verb
riski kendine ait olmak üzere taşımak
Verb
bir şeyi boş vaktinde yapmak
Verb
bir şeyin riskini üstlenmek
Verb
bir şeyin riskinıüstlenmek
Verb
bir kapıdan girip ötekinden çıkmak
Verb
bir kulağından girip öbüründen çıkmak
Verb
üniversite derslerine çok çalışmak
Verb
emrine amade bol parası olmak
Verb
bir şeyin girdisini çıktısını bilmek
Verb
bir şeyi çok iyi bilmek
Verb
bir işin ehli olmak, künhüne vakıf olmak, girdisini çiktısını bilmek.
kısmet ayağına gelmek, fırsatı kaçırmamak.
anasının dizi dibinde öğrenmek.
kendi ihtiyarına bırakmak
Verb
birbirine şaşkın şaşkın bakmak
Verb
midesini bulandırmak
Verb
yiyeceğini azar azar ısırarak yemek
gayri maddi varlıklarına sadece bir dolar değer biçmek
Verb
öğrencisi/hayranı olmak, dizi dibinden ayrılmamak.
işinde tembellik etmek
Verb
iş inde tembellik etmek
Verb
sözüne inanmak.
I took you at your word: sözün(üz)e inandım.
(a) can çekişmek, son nefesini vermek, ölmek üzere olmak, (b) (yorgunluktan vb.) yapmaya takati kalmamak,
iflâhı kesilmek, takati kalmamak.
bir şeyin biri için işten bile olmaması
görevini tam hakkıyla yapmak
Verb
gücünün/takatinin/tahammülünün/sabrının vb. sonunda (olmak).
birinin düşüncelerinin ardında sakladığı şey
takatinin/tahammülünün üstünde, hadden aşırı.
be at the end of one's rope: çaresiz kalmak, bıçak
kemiğe dayanmak, takati/tahammülü tükenmek.
hayatını tehlikeye atarak
hayatını tehlikeye atarak
talihinin en kötü aşamasında
avazı çıktığı kadar, avaz avaz.
peşin(d)e, ardın(d)a, ardı sıra, hemen arkasın(d)a.
He followed (hot) on my heels: Peşimden takip etti.
iş inde çıkmaza girmek
Verb
işinde çıkmaza girmek
Verb
maddi olanakları tükenmiş olmak
Verb
parası pulu kalmamak
Verb
kuvvet veya sabrının son haddinde olmak
Verb
çaresizlikten kıvranmak
Verb
şöhretinin zirvesinde olmak
Verb
gücünün doruğunda olmak
Verb
sınıfın birincisi olmak
Verb
sınıfın birincisi olmak
Verb
yolculuğuna Ankara'da ara vermek
Verb
hesap sonunda zararının $ 100 olduğunu bulmak
Verb
bütün ümitleri yok etmek
Verb
bir şeyle mücadele etmek
Verb
gözünden bir şey kaçmamak, herşeyi görmek.
He has eyes at the back of his head: Onun gözünden
bir şey kaçmaz, görmediği yoktur.
baştan aşağı sinir kesilmek
Verb
bir şeyi parmaklarında oynatabilmek
Verb
memleketteki iç siyasal durumu düzeltmek
Verb
bankadaki hesabını açık tutmak
Verb
eşyalarını emanetçiye teslim etmek
Verb
eşyalarını emanetçiye teslim etmek
Verb
birine korkuyla bakmak
Verb
(birisine) tepeden/yukarıdan bakmak, üstünlük taslamak.
bir yeri ikametgâhı yapmak
Verb
Oxford'da okumuş olmak
Verb
kirayı her üç aylık dönem sonunda ödemek
Verb
birini parmağıyla göstermek
Verb
istasyona (istendiğinde) tren biletini göstermek
Verb
parasını faize yatırmak
Verb
parasını birinin emrinde bulundurmak
Verb
hizmetlerine yüksek değer biçmek
Verb
bir şeye burun kıvırmak
Verb
(US) çiftliğini uygun bir fiyata satmak
Verb
bir şeye değer biçmek hizmetlerine yüksek değer biçmek
Verb
avazı çıktığı kadar bağırmak
Verb
avazı çıktığı kadar bağırmak
Verb
kapıda biletini göstermek
Verb
umursamamak, aldırış etmemek, boş vermek, önem vermemek.
avazı çıktığı kadar (bağırmak)
(ilk defa olarak) bir işe girişmek, yapıp yapamayacağını denemek.
dergi çıkarmaya kalkmak
Verb
bir şeye burnunu çevirmek
Verb
bir şeye burun kıvırmak
Verb