at one

  1. birlikte, bir bütün halinde, birlik ve âhenk içinde, anlaşmış, uyuşmuş, aynı fikirde.
    The two judges
    were at one about the winners.

atone for: kefaret vermek, (suç, kabahat, günah vb.'ni) affettirecek harekette bulunmak.
to
atone for one's sins: günahlarının kefaretini ödemek.
Verb
cezasını çekmek, kefaretini ödemek. Verb
telâfi etmek, gönlünü almak, tarziye vermek.
to atone one's failings: başarısızlığını telâfi etmek.

He tried to atone for his rudeness by sending her some flowers: Ona çiçek göndererek gönlünü aldı.
Verb
uzlaş(tır)mak, anlaş(tır)mak. Verb
yararlı iş başlatmak Verb
yıldırım gibi, birdenbire, ânî olarak.
Influenza came down upon me at one fell swoop .
bir hamlede
bir hamlede, bir çırpıda.
bir hamlede Adverb
tek seferde Adverb
bir seferde Adverb
tek hareketle Adverb
bir hamle yaparak
bir kerede
bir sıçramak yışta
saat birde
bir hamlede, bir vuruşta.
bir çırpıda
bir çırpıda
(a) vaktiyle, bir zamanlar.
At one time I lived in France. (b) eski(den), sabık.
at one time
governor of Bursa: sabık Bursa valisi. (c) hep birden, aynı zamanda.
They all started to talk at one time: Hep bir ağızdan konuşmaya başladılar.
kendi dilerse eğer
formunda, en iyi durumunda.
I am never at my best in the early morning.
uygun zamanında
birinin emrine amade
yanında
yakınında
işe başlayınca
çok iyi bilmek
hazır, emre âmade, elinin altında.
have something at one's fingertips: çok iyi bilmek, derin vukufu
olmak, girdisini çıktısını bilmek.
You'd better ask Cahit, he's got the whole subject at his fingertips.
kıvamında
son nefesinde
vakit bulunca, (boş) vakti olunca/olduğu zaman, müsait zamanda, fırsat düşerse.
Please look through
these papers at your leisure: Bir boş vaktinde şu kâğıtlara lütfen bakıver.
emriyle
kendi hesabıma
kendi hesabına
riski kendine ait olmak üzere
riski kendine ait (olmak üzere
keyfine göre, canı nasıl isterse.
çözüm yolu bulamayan
iyice şaşkın
=
at ones wit's end: apışıp kalmış, işin içinden çıkamaz halde, ne yapacağını şasırmış.
be
at one's wit's (wits') end: apışıp kalmak, işin içinden çıkamamak, ne yapacağını bilememek.
yeni mal sahibinin haklarının tanınması
formunda olmak Verb
aklı başından gitmek Verb
şaşırıp kalmak Verb
ne yapacağını bilememek Verb
sabrı taşmak Verb
ne yapacağını şaşırmak Verb
işinde henüz acemi olmak Verb
riski kendine ait olmak üzere taşımak Verb
bir şeyi boş vaktinde yapmak Verb
bir şeyin riskini üstlenmek Verb
bir şeyin riskinıüstlenmek Verb
bir kapıdan girip ötekinden çıkmak Verb
bir kulağından girip öbüründen çıkmak Verb
üniversite derslerine çok çalışmak Verb
emrine amade bol parası olmak Verb
emrinde bulunmak Verb
bir şeyin girdisini çıktısını bilmek Verb
bir şeyi çok iyi bilmek Verb
bir işin ehli olmak, künhüne vakıf olmak, girdisini çiktısını bilmek.
kısmet ayağına gelmek, fırsatı kaçırmamak.
isnat etmek, hamletmek.
anasının dizi dibinde öğrenmek.
kendi ihtiyarına bırakmak Verb
bakışmak Verb
birbirine şaşkın şaşkın bakmak Verb
midesini bulandırmak Verb
yiyeceğini azar azar ısırarak yemek
yemekten çimlenmek Verb
iştahsız yemek yemek
mevziinde kalmak Verb
yerinde kalmak Verb
hesabına yazdırmak Verb
gayri maddi varlıklarına sadece bir dolar değer biçmek Verb
öğrencisi/hayranı olmak, dizi dibinden ayrılmamak.
öğrencisi olmak.
işinde tembellik etmek Verb
iş inde tembellik etmek Verb
emrinde olmak Verb
sözüne inanmak.
sözüne inanmak.
I took you at your word: sözün(üz)e inandım.
(a) can çekişmek, son nefesini vermek, ölmek üzere olmak, (b) (yorgunluktan vb.) yapmaya takati kalmamak,
iflâhı kesilmek, takati kalmamak.
bir şeyin biri için işten bile olmaması
görevini tam hakkıyla yapmak Verb
gücünün/takatinin/tahammülünün/sabrının vb. sonunda (olmak).
saat bir raddelerinde
birinin düşüncelerinin ardında sakladığı şey
takatinin/tahammülünün üstünde, hadden aşırı.
be at the end of one's rope: çaresiz kalmak, bıçak
kemiğe dayanmak, takati/tahammülü tükenmek.
hayatını tehlikeye atarak
hayatı pahasına
hayatını tehlikeye atarak
mesleğinin doruğunda
talihinin en kötü aşamasında
şöhretinin şahikasında
kendi hayatı pahasına
avazı çıktığı kadar, avaz avaz.
son süratiyle
bangır bangır
avazı çıktığı kadar
peşin(d)e, ardın(d)a, ardı sıra, hemen arkasın(d)a.
He followed (hot) on my heels: Peşimden takip etti.
iş inde çıkmaza girmek Verb
işinde çıkmaza girmek Verb
benzini bitmek Verb
maddi olanakları tükenmiş olmak Verb
parası pulu kalmamak Verb
canına tak demek Verb
kuvvet veya sabrının son haddinde olmak Verb
çaresizlikten kıvranmak Verb
sabrı tükenmek Verb
şöhretinin zirvesinde olmak Verb
gücünün doruğunda olmak Verb
sınıfın birincisi olmak Verb
sınıfın birincisi olmak Verb
yolculuğuna Ankara'da ara vermek Verb
hesap sonunda zararının $ 100 olduğunu bulmak Verb
bütün ümitleri yok etmek Verb
bir şeyle mücadele etmek Verb
gözünden bir şey kaçmamak, herşeyi görmek.
He has eyes at the back of his head: Onun gözünden
bir şey kaçmaz, görmediği yoktur.
baştan aşağı sinir kesilmek Verb
bir şeyi parmaklarında oynatabilmek Verb
memleketteki iç siyasal durumu düzeltmek Verb
bankadaki hesabını açık tutmak Verb
bir şeye katlanmak Verb
eşyalarını emanetçiye teslim etmek Verb
eşyalarını emanetçiye teslim etmek Verb
birine korkuyla bakmak Verb
(birisine) tepeden/yukarıdan bakmak, üstünlük taslamak.
birini hor görmek Verb
bir şeyi küçümsemek Verb
bir yeri ikametgâhı yapmak Verb
bir yerde kalmak Verb
Oxford'da okumuş olmak Verb
midesi bulanmak Verb
kirayı her üç aylık dönem sonunda ödemek Verb
birini parmağıyla göstermek Verb
istasyona (istendiğinde) tren biletini göstermek Verb
canı ile oynamak Verb
parasını faize yatırmak Verb
parasını birinin emrinde bulundurmak Verb
hizmetlerine yüksek değer biçmek Verb
burun kıvırmak Verb
bir şeye burun kıvırmak Verb
(US) çiftliğini uygun bir fiyata satmak Verb
bir şeye değer biçmek hizmetlerine yüksek değer biçmek Verb
avazı çıktığı kadar bağırmak Verb
bar bar bağırmak Verb
avazı çıktığı kadar bağırmak Verb
kapıda biletini göstermek Verb
umursamamak, aldırış etmemek, boş vermek, önem vermemek.
boşvermek Verb
umursamamak Verb
Bu da bir bakış açısı.
avazı çıktığı kadar (bağırmak)
(ilk defa olarak) bir işe girişmek, yapıp yapamayacağını denemek.
dergi çıkarmaya kalkmak Verb
burun bükmek Verb
bir şeye burnunu çevirmek Verb
bir şeye burun kıvırmak Verb
burun kıvırmak Verb