all one

  1. hepsi bir, farketmez.
  2. (a) tamamen aynı, birbirinin aynı/tıpkısı/benzeri.
    They are all one in their love of music. (b)
    farksız, farketmez, eşit, aynı, bir.
    It is all one to me whether you stay or go: İster kal, ister git, bence bir/farketmez.
fark etmemek Verb
insanın bütün hayatı boyunca
ömrü boyunca birinin baş belası olmak Verb
aklı başında olmak Verb
aklı başında olmak Verb
melekelerine hâkim olmak Verb
bütün alışverişlerinde tam dürüst olmak Verb
bütün rakiplerinin üstünde olmak Verb
bütün nişanlarını takmış olmak Verb
bütün enerjisini bir şeye yöneltmek Verb
bütün ümitleri yok etmek Verb
bir şeyi çok istemek Verb
bütün işçilerini işten çıkarmak Verb
tüm enerjisini bir şeyde kullanmak Verb
bütün rakiplerinin üstüne çıkmak Verb
bütün etkisini kullanmak Verb
bütün sermayesini teçhizata yatırmak Verb
bütün mühimmatını kullanmış olmak Verb
bütün gücünü bir şeye harcamak Verb
olanca gücüyle.
He ran for all he was worth: olanca gücüyle koştu.
son haddine kadar
bütün parasını bağışlamak Verb
bütün malını mülkünü elden çıkarmak Verb
müflisten vâki olacak bütün taleplerden vazgeçmek Verb
müflisten vaki olacak bütün taleplerden vazgeçmek Verb
bütün parasını harcamak Verb
anlayışlı/makul olmak, sağduyusu yerinde/aklı başında olmak.
He wouldn't act like this if he he had
all his marbles: Aklı başında (makul) olsa böyle yapmazdı.
tüm servetini hisse senet dilerine yatırmış olmak Verb
tüm servetini hisse senetlerine yatırmış olmak Verb
anlayışlı/makul olmak, sağduyusu yerinde/aklı başında olmak.
He wouldn't act like this if he he had
all his marbles: Aklı başında (makul) olsa böyle yapmazdı.
dikkatli olmak Verb
iyi haberdar olmak Verb
bir dediği iki olmamak Verb
onlar için fark etmez
komşusunun neler karıştırdığını bilmek Verb
bütün parasını hayır işlerine bırakmak Verb
can kulağıyla dinlemek Verb
cesaretini ele almak Verb
bütün gücünü toplamak Verb
kafadan sakat/çatlak olmak, bir tahtası noksan olmak, deli olmak, aklından zoru olmak.
Anyone who
would do such a thing must not have all his buttons.
bütün parasını harcamak Verb
bütün ticaret kredilerini bir hesaba ödemek Verb
bütün ticaret kredilerini bir hesaba ödemek Verb
bütün sermayesini bir işe yatırmak, varını yoğunu tehlikeye atmak.
bütün takatını tüketmek Verb
aklı yerinde olmak (bütün akli melekelerine sahip olmak Verb
bütün malını mülkünü karısının üstüne yapmak Verb
bütün malını mülkünü karısına bırakmak Verb
bütün cephanesini tüketmek Verb
bütün parasını işletmeye yatırmak Verb
bütün enerjisini tüketmek Verb
bütün parasını harcamak Verb
bütün madalya ve nişanlarını taşımak Verb
bütün hayatını ona bağlamak Verb
gücünü kuvvetini toparlamak Verb
birinin bütün zamanını almak Verb
bütün kaynaklarını bir işe tahsis etmek Verb
erzağını tüketmek Verb
bütün erzakını tüketmek Verb
(a) gayretle, şevkle, seve seve, ciddiyetle, hararetle, (b) samimiyetle, içtenlikle, bütün kalbiyle.
bütün gücüyle, olanca kuvvetiyle, canını dişine takarak.
He worked with all his might and main.
deli gibi çalışmak Verb
yeni mal sahibinin haklarının tanınması
birlikte
bir arada
tek parça halinde
hemfikir olmak Verb
herkesin aynı fikir de olması
herkes aynı fikirde olmak Verb
kesin zafere ulaşmak.
The army defeated the enemy and carried all before it until it reached the city.
bütün dünyayı yenmek Verb
tam başarı sağlamak, büyük zafere/başarıya ulaşmak, her mukavemeti kırmak, bütün rakipleri yenmek.
herkesi önüne katmak Verb
keyfini çıkarmak Verb
bütün gün ayakta kalmış olmak Verb
beceriksiz olmak Verb
bütün hasımlara karşı direnmek Verb
bütün engellere karşın yolunda gitmeye devam etmek Verb
her şeyini bir ata yatırmak Verb
herkes, hepsi, her biri.
âciz kalmak, işin üstesinden gelememek, becerememek, sakarlığı üzerinde olmak.
I feel all fingers
and thumbs. My fingers are all thumbs today, I really couldn't play the piano.
bütün trenlerin kalkışlarını bir saat ileri almak Verb
tamamen başarmak Verb
yolundan bütün engelleri kaldırmak Verb