..., ama hiç yoktan iyidir.
…, ama başka da pek bir numarası yok. Cümle
…, ama başka pek bir özelliği yok. Cümle
hemen hemen, takriben, nerede ise, az kaldı.
She is all but dead: Az kaldı ölüyordu.
hemen hemen, neredeyse, aşağı yukarı.
The job is all but finished: İş hemen hemen bitti.
asla, kat'iyen, sureti kat'iyede, hiçbir suretle.
The plans were anything but definite: Planlar
asla kesin değildi.
That little bridge is anything but safe: O küçük köprü kat'iyen emin değildir.
He's anything but fool: Hiç de aptal değildir.
anything but that: (Tek) bu olmasın da (ne olursa olsun).
…'den başka hiç, … hariç hiçbiri.
It is nothing but laziness: Tembellikten başka bir şey değil.

Anything but that: O olmasın da (ne olursa olsun).
hiç de … değil
…in tam tersi
…den başka herşey
herşey olabilir ama … değil
keyfi kaçmış olmak Fiil
kendi kendinin düşmanı olmak Fiil
lapacı
but
fakat, ama, lâkin.
He visited, but could not stay long. He is poor, but honest.
but
-den başka, yalnız, müstesna.
No one came but Ali: Aliden başka kimse gelmedi (Yalnız Ali geldi).

I work everyday but Sunday: Pazar müstesna, her gün çalışırım.
but
yine de, belki, -e rağmen.
Who knows but that he may come: Kim bilir, belki gelir.
but
ancak, sadece, daha, henüz, sırf.
It was used but once: Ancak/sadece bir kere kullanıldı.
but
yesterday: daha dün.
He is but a child: Henüz çocuktur.
This letter is nothing but an insult: Bu mektup sırf hakaret dolu.
I can but do it: Onu ancak ben yapabilirim.
but
ki.
I don't doubt but he will do it: Onu yapacağına şüphem yok (Şüphe etmem ki onu yapsın).
There's
no doubt but he is the guilty one: Şüphe yok ki suçlu odur.
but
… derecede, … kadar.
He is not so ill but he may work: Çalışamayacak derecede hasta değildir.

No man is so old but he may learn: Hiç kimse öğrenemeyecek kadar yaşlı değildir.
but
-den sonra, -i takip eden.
The first house but five: Beşinciden sonraki ilk ev.
His house is
the last but one in this street: Evi bu sokakta sondan bir evvelkidir.
but
… olmadan, olmasa.
Justice was never done but someone complained: Adalet, hiç kimsenin şikâyeti
olmadan asla yerine getirilemedi.
but
yalnız, ancak, sadece, tek.
He talks but little: Çok az konuşur.
There is but one God: Bir tek Allah vardır.
but
hayret ifade eder:
“She's won the first prize.” “But that's wonderful!” “Birinci ödülü kazandı.” “İşte bu fevkalâde!”
but
yeni bir konuya geçişte kullanılır:
But now to our next question: Şimdi bundan sonraki sorumuza geçelim.
but
ifadeye kuvvet verir:
But she's beautiful! Güzel mi güzel! Güzellikte eşi yok!
You must remember
this always, but always: Bunu daima, daima hatırlamalısın.
but
itiraz, karşı gelme.
Do as I told you, no but about it: Ne diyorsam onu yap, itiraz istemem (fakatı makatı yok)! İsim
but
(a) ön oda, ön daire, (b) (iki odalı ev veya kulübede) mutfak. İsim
but
şu kadar ki Edat
… da olmasa, … olmaksızın, … bertaraf/bir tarafa.
But for your help we should not have finished in
time: Siz yardım etmeseydiniz vaktinde bitiremezdik.
But for you I was done for: Sen olmasan ben mahvolurdum.
But for the rain we should have had a pleasant journey: Yağmur da yağmasaydı zevkli bir seyahat yapmış olacaktık.
but for that: bu olmasa.
... olmasaydı Zarf
son ama aynı derecede önemli
belli sayıda bir ya da (iki , vb) dışında
bir şeyi peşin satın almak Fiil
gene de
olmasa … , eğer, şayet, belki.
I would come but that I felt too ill: Çok hasta hissetmesem gelecektim.
böyle olmakla birlikte.
çaresiz, çarnaçar, başka çare yok, mecburen … yapmalıyım/etmeliyim, elimden başka şey gelmez, elde değil
anlamında
MUST yerine kullanılır.
I cannot (help) but admit the truth of your remarks, although they go against my interests: Benim çıkarıma aykırı olmakla beraber sözlerinin gerçek olduğunu çarnaçar kabul ediyorum (kabule mecburum).
We could not but weep at the sad news: Üzücü habere ağlamaktan başka elimizden bir ey gelmezdi.
One cannot but admire his courage: Cesaretine hayran kalmamak elde değil.

NOT
: Bazı bilginler
CANNOT BUT deyimini iki defa olumsuzluk içerdiği için doğru bulmazlarsa da genellikle İngilizcede kullanılan bir deyimdir.
One cannot but admire yerine aynı anlamda
One can but admire/can only admire/must admire/cannot help admiring terkiplerinden biri kullanılabilir.
mutlaka … lıdır/lısınız vb., …'e mecbur(dur/sunuz vb.), -den başka bir şey yapamaz(sınız).
He cannot
choose but obey: Mutlaka itaat etmelidir/itaate mecburdur.
elinde olmayarak, gayrı ihtiyarî.
He could not help but smile at the answer: (Bu) cevaba gayrıihtiyarî
gülümsedi.
I cannot help but admire her endurance.
Yanlış anlama ama ...
lüzumundan/haddinden fazla, pek çok.
He's only staying 3 days, but he arrived here with everything
but the kitchen sink (=lots of bags, cases etc.): Yalnız 3 gün kalacak, fakat bir sürü lüzumsuz eşya getirmiş.
akla gelebilecek herşey İsim, Deyim
aklına ne gelirse İsim, Deyim
gerekli gereksiz herşey İsim, Deyim
eline ne geçerse İsim, Deyim
merakımı mazur görün ama ...
kendini sadece gülünç duruma düşürmek Fiil
başarı şansı az olmak Fiil
başka çıkar yolu olmamak Fiil
az kaldı kaybediyordu
kabul etmekten başka çaresi yoktu
... olduğunu anlıyorum, ama ...
... olduğunu kabul ediyorum, ama ...
İnanmamak mümkün değil ki!
Had I but known: Eğer bilseydim.
Never a year passes but he comes
to visit me: Ziyarete gelmediği yıl yoktur.
I never pass there but I think of you: Ne zaman oradan geçsem seni düşünürüm.
Not but that I pity you: Size acımadığımdan değil.
If I could but see him: Keşki onu görebilseydim.
Çok üzgünüm ama ...
Farkındayım ama ...
Çok isterdim ama ...
(felaket/servet vb.) gelince toptan gelir.
felaket (bazen da refah) gelince tomarla gelir.
... de dahil olmak, ancak bununla sınırlı olmamak üzere Zarf, Hukuk
bunlarla sınırlı olmamakla birlikte aşağıdakiler dahil olmak üzere Zarf, Hukuk
fakat sigortacı veya reasüröre ihbar edilmemiş hasarlar İsim
son ve önemli (bir husus ta), en nihayet önemle belirteyim/zikredeyim ki …
sondan bir önce
arkasında borçtan başka bir şey bırakmamak Fiil
Olabilir, ama ...
Biraz komik olacak, ama ...
İstediğin kadar dalga geç ama ...
ancak, yalnız, …'den başkası değil.
none but he knows the secret: Sırrı yalnız o biliyor (ondan
başkası bilmiyor).
none but a strong man could have lifted it: Onu ancak kuvvetli bir adam kaldırabilirdi.
… değil amma/fakat.
mamafih.
He's never walked that far - not but what he could do if he tried: O kadar çok yürümedi,
mamafih gayret etse yürürdü.
sadece … değil, üstelik/aynı zamanda … , hem … hem de …
Shakespeare was not a writer but (also) an
actor: Shakespeare sadece yazar değil, aynı zamanda aktördü (hem yazar, hem de aktördü).
sırf, sade, yalnız, …'den başka değil.
He's nothing but a criminal: Katilin biridir, katilden başka bir şey değildir.
…'den başka hiç, … hariç hiçbiri.
It is nothing but laziness: Tembellikten başka bir şey değil.

Anything but that: O olmasın da (ne olursa olsun).
kabul etmekten başka çare kalmıyor
ziyandan öğüdünü almış.
steno şart değilse de tercih sebebidir
Söylemeye bile gerek yok ama ...
İşin “fakat”ı var/Pek tahmin edildiği gibi değil/Kazın ayağı öyle değil!
But me no buts: İtiraz
istemem! Fakat makat dinlemem!
suçlu ama akıl hastası kararı
Herkese yardım edemeyiz ama herkes birilerine yardım edebilir: ABD Başkanı Ronald Reagan'a atfedilen bir özlü söz. Cümle, Deyim

Türkçe Sözlük (Kubbealti Lugati)

  1. Put

but
Yavaşlık, ağırlık
but
Bacağın dizden ... olan kısmı