face

English-Turkish Translation

  1. Noun yüz, çehre, surat.
    a beautiful face.
    to fall (flat) on one's face: yüzükoyun düşmek.
    He
    was lying face up(wards): Sırtüstü yatıyordu.
    face down: yüzüstü, yüzükoyun.
    to turn something face up: bir şeyin yüzünü yukarı çevirmek.
  2. Noun yüz (ifadesi), sima.
    a sad/happy face. He's a good judge of faces.
  3. Noun surat/yüz buruşturma/ekşitme, surat etme, acayip yüz ifadesi.
  4. Noun küstahlık, cür'et, yüz(süzlük).
    He had the face to tell us: Bize söylemek cür'etini gösterdi.

    How anyone could have the face to ask that question?
  5. Noun (dış) görünüş, görünüm, veçhe, zevahir.
    on the face of it: görünüşe göre, zahiren.
    We have
    information that puts a different face on the matter: Edindiğimiz bilgiler işe tamamen değişik bir veçhe veriyor.
  6. Noun gösteriş, sahte tavır.
  7. Noun (a) şeref, itibar, (b) kendine güven, nefsine itimat.
    He maintained a firm face in spite of great
    difficulties: Büyük güçlüklere rağmen kendine güveni sarsılmadı.
  8. Noun (ticarî evrakta yazılı) asıl değer (faiz, iskonto vb. hariç). (bkz: face value ).
  9. Noun (belge, vesika vb.) açık anlam, âşikâr mânâ.
    the face of the document.
  10. Noun yeryüzü, (coğrafî/genel) görünüş.
  11. Noun yüzey, satıh, yamaç, sırt.
    the face of the earth: yeryüzü.
    He vanished off the face of the
    earth: Yeryüzünden kayboldu/silindi.
    The level face of the plains. We climbed the north face of the mountain.
  12. Noun üs (taraf), (kullanılan) yüz.
    the face of a watch/of a clock.
  13. Noun ön, cephe.
    the face of a building.
  14. Noun (alet vb.) çalışan/iş gören yüzey.
    the face of a golf club.
  15. Noun, Geometry yüzey, satıh.
    A cube has 6 faces.
  16. Noun, Minerology alın, üzerinde çalışılan tünel duvarı.
    The miners work at the face for 7 hours each day.
  17. Noun
    typeface ile ayni anlama gelir. yazı, harf, harf çeşidi/biçimi.
    Which face shall we print this
    book in? Bu kitabı hangi çeşit harfle basacağız?
    bold face: kalın/siyah harf.
    broad/narrow face.
  18. Noun pervanenin arka yüzü.
  19. Noun tabyanın çıkıntısı.
  20. Noun (kristal) kesik yüz(ey).
  21. Noun görünüş, zuhur, mevcudiyet.
    to flee from the face of the enemy: düşmanı görünce kaçmak.
  22. Verb (yüzüne) bakmak, karşı karşıya/yüzyüze gelmek/bulunmak.
    The dancers stood facing each other. He was
    facing me at the dinner.
  23. Verb nâzır (yüzü dönük) olmak.
    The house faces west.
  24. Verb karşı gelmek, karşısında olmak, karşılaşmak, karşısına çıkmak, göze almak.
    Another problem now faces
    us. They were faced with difficult decision.
    the difficulties that face us: karşılaştığımız güçlükler.
    to be faced with defeat.
    He was faced with the prospect of doing it himself: Onu bizzat yapmak zorunda kalmıştı.
    I can't face another winter here: Burada bir kış daha geçirmeyi göze alamam.
  25. Verb
    face down/out: cesaretle karşılamak, farkında/haberdar olmak.
    to face down an opponent:
    rakibini karşısına cesaretle çıkmak.
  26. Verb muhalefet etmek, karşı çıkmak.
  27. Verb kaplamak, astarlamak.
    to face garment with silk. a wooden house faced with brick.
  28. Verb elbisenin kenarına biye geçirmek.
  29. Verb (iskambil) kâğıt açmak.
  30. Verb (taşın yüzünü) yontmak, yontup düzeltmek.
  31. Verb (buz hokeyinde hakem) diski iki oyuncu arasına koymak.
  32. Verb (sağa/sola/geriye) dönmek.
    Right face! Sağa dön!
    Left face! Sola dön!
    face this way:
    Bu tarafa dönünüz.
    face about: geriye dönmek.
English-Turkish translations from the Atalay Dictionary, First Edition

English Turkish Phrases

blow up in one's face
büyük başarısızlığa uğramak, yüzüne gözüne bulaştırmak.
blow up in someone's face
ters gitmek Verb
blow up in someone's face
berbat olmak Verb
blow up in someone's face
kötü gitmek Verb
blow up in someone's face
elinde patlamak Verb
blow up in someone's face
bozulmak Verb
cross someone's face
yüzünden geçmek Verb
cut off one's nose to spite one's face
gâvura kızıp oruç bozmak, öfke ile kalkıp zararla oturmak, keskin sirkenin zararı küpüne dokunmak, bindiği dalı kesmek.
cut off one's nose to spite one's face
öfke ile kalkıp zararla oturmak, başına dert açmak, gâvura kızıp oruç bozmak, keskin sirkenin zararı küpüne dokunmak.
cutt off one's nose to spite one's face
belayı para ile almak Verb
cutt off one's nose to spite one's face
bastığı dalı kesmek Verb
cutt off one's nose to spite one's face
kendi menfaatine kıymak Verb
face-down
yüzükoyun Adverb
fall flat on one's face
yere kapaklanmak Verb
fall flat on one's face
kapaklanmak Verb
fall flat on one's face
bir işi yüzüne gözüne bulaştırmak Verb
fix one's face
makyajını düzeltmek Verb
fling the past in someone's face
birisinin geçmiş kusurlarını yüzüne vurmak, kirli çamaşırlarını ortaya sermek.
grin on the other side of one's face
yaptığına pişman olmak, pişmanlık/nedamet duymak.
You'll grin on the other side of your face if you
have to pay for the damage you did.
have the gallows in one's face
hortlak görmüş gibi olmak Verb
lose one's face
itibarını kaybetmek Verb
paint one's face
makyaj yapmak Verb
paint one's face
yüzünü boyamak Verb
put a good face on one's actions
memnun olmadığı halde memnun görünmek Verb
put one's face on
makyajını yapmak Verb
save one's face
itibarını kurtarmak Verb
save one's face
özsaygısını kurtarmak Verb
save one's face
onurunu kurtarmak Verb
say something to someone's face
birinin yüzüne karşı birşey söylemek Verb
say something to someone's face
birşeyi birine açıkça söylemek Verb
say something to someone's face
birşeyi birinin yüzüne söylemek Verb
screw up one's face
yüzünü buruşturmak.
set (one's) face against
direnmek, karşı gelmek, muhalefet/mukavemet etmek, -e karşı cephe almak.
He set his face against any kind of change.
set one's face against
şiddetli bir şekilde karşı çıkmak Verb
set one's face against (doing)
karşı çıkmak Verb
set one's face for home
eve doğru yöneltmek Verb
show one's face
gözükmek, ortaya/meydana çıkmak, kendini/yüzünü göstermek, arzı endam etmek.
slam the door in someone's face
(a) kapıyı birisinin yüzüne kapamak, (b) görüşmeyi kabaca reddetmek.
straighten one's face
ciddi bir eda takınmak Verb
to have egg on one's face
gülünç olmak, gülünç duruma düşmek.
to one's face
yüzüne karşı, dobra dobra, dolaysız.
I told him the truth to his face.
to my face: yüzüme karşı.
with egg on one's face
aptal görünme
with egg on one's face
aptal durumuna düşmüş olma
(photo) full face
tam önden alınmış
a smiling face
güler yüz
about face
geriye dön! (komut).
Brit.:
about turn.
baby face
(a) bebek yüzü, (b) bebek yüzlü.
black face
koyu harfle baskı
blank face
afallamış yüz
blue in the face
(aşırı öfkeden/yorgunluktan) bitkin, bitap, mosmor, takatsiz.
He ran until he was blue in the face:
Takati kesilinceye kadar koştu.
I told you till I am blue in the face: Sana bin defa söyledim/söylemekten dilimde tüy bitti.
bold face
matbaacılıkta normalden kalın olan harfler
bold face
siyah harf
composition face
(ikiz kristallerde) ortak yüzey, birleşme yüzeyi.
display face
sergi ve başlıklar için kullanılan harf
exploit a face
(madencilik) yatak işletmek Verb
false face
maske, yüz maskesi.
put on a false face: sahte tavır takınmak. Noun
features (of a face
yüz hatları Noun
full face
(foto) tam önden alınmış
hatchet face
dar ve sivri yüz.
have the face
yüzü olmak, yüzü tutmak, cür'et etmek, utanmamak, hiç çekinmemek.
I don't know how you have the face
to ask for such a thing!
keep a straight face
gülmemek, (gülmemek için) kendini (zor) tutmak.
I found it hard to keep a straight face: Gülmemek için kendimi zor tuttum.
keep face
metin/cesur/temkinli davranmak, metanetini/cesaretini yitirmemek, itidalini/soğukkanlılığını korumak Verb
left face
sola dön(üş).
long face
asık surat, ekşi yüz, üzgün çehre, somurtma, somurtkanlık. Noun
loose face
küçük düşmek, itibarını kaybetmek, mahcup/rezil olmak, yüzü kalmamak.
When he failed to beat his opponent,
he felt he had lost face with his friends, who all expected him to win.
lose face
itibarını kaybetmek, küçük düşmek.
loss of face
itibarını kaybetme
make a wry face
suratını ekşitmek Verb
moon face
toparlak surat
new face
politikada
new face
yeni sima
new face
yeni aday
open face
üç boyutlu görüntü etkisi veren matbaa harfi
poker face
tamamen ifadesiz yüz.
poker-faced: yüzü tamamen ifadesiz.
prosthetic face
yüz protezi Noun, Medicine
pull a face
surat asmak Verb
purple in the face
alı al moru mor
put out a face
şaşırtmak Verb
right face
sağa dön
rightabout face
(a) (komut) sağdan geriye dön! (b) sağdan geriye dönüş.
save face
şerefini/onurunu/itibarını/haysiyetini korumak, küçük düşmemek, şöhretine halel getirmemek.
He had
to resign, to save face: Onurunu korumak için istifa etmek zorunda kaldı.
side face
profil
sour face
çehre
sulky face
asık çehre
telly- familiar face
(Br) televizyonda sık sık görülen sima
volte face
geriye dönme
volte face
politika değiştirme
volte face
cephe değiştirme
wash its face
(Br) kâr bırakmak Verb
with a tearful face
ağlamış bir suratla
face (used deragatorily
surat
face ...
... ile yüzleşmek Verb
face ... backlash
...'in tepkisini çekmek Verb
face ... backlash
...'den tepki görmek Verb
face altered circumstances
değişen durumları göğüslemek Verb
face amount
bir senedin üzerinde yazılı meblağ
face an issue
bir sorunla karşı karşıya bulunmak Verb
face angle
yüz açısı. Noun
face card
(iskambil) resimli kâğıt (papaz vb.). Noun
face care
yüz bakımı Noun, Medicine
face centered
(kristal) yüzey-merkezli. body-centered Adjective
face competition
rekabet edebilmek
face competition
rekabete dayanmak Verb
face down
(a) (karşısındakini) sindirmek, (yüzüne dik dik bakarak) yıldırmak, susturmak.
face down all objections
bütün itirazları yenmek Verb
face fly
yüz sineği
(Musca automnalis): K. Amerikada davarların gözüne musallat olan zararlı bir sinek. Noun
face guard
gaz maskesi
face it
onu kabul etmek Verb
face lift
görünüşünü, işleyişini, vb daha iyi duruma getirme
face lift
kırışıklıkları, vb gidermek için yapılan güzelleştirme ameliyatı
face mask
yüz maskesi
face mask
yüz maskesi Noun, Personal Care-Hygiene
face mold
mastar
face mould
mastar
face mould
klişe
face mould
şablon
face mould
kalıp
face of a building
binanın cephesi
face of a coin
paranın tuğra tarafı
face of a mortgage
halihazırdaki ipotek borcu
face of a paper
bir kâğıdın yüzü
face of an instrument
bir senedin üzerindeki yazı
face of book
kitabın kabı
face of debt
borcun itibari meblağı
face of policy
sigorta poliçesindeki yazılı değer
face of record
plağın yüzü
face off
(buz hokeyinde) diski iki oyuncu arasına koyarak oyunu başlatmak.
face out
sonuna kadar dayanmak, sebat etmek, azmetmek.
face pack
yüz temizleme kremi
face par
itibari meblağ
face persecution
zulme maruz kalmak Verb
face powder
yüz pudrası
face powder
pudra
face prosecution
takibata uğramak Verb
face rate
(kredi) net faiz oranı
face recognition
yüz tanıma Noun, Software
face saver
vaziyeti kurtarıcı
face shield
peçe
face shield
yüz siperliği Noun, Personal Care-Hygiene
face the consequence
sonuçlarına göğüs germek Verb
face the enemy
düşmana karşı çıkmak Verb
face the fact that ...
... gerçeğiyle yüzleşmek Verb
face the facts
gerçekleri olduğu gibi karşılamak Verb
face the final curtain
sonu gelmiş olmak Verb
face the river
(ev) ırmağa bakmak Verb
face time
(US) önemli bir kişiye refakat eden ve onu koruyan Amerikan gizli ajanının görev başında olduğu süre
face to face
(a) yüzyüze, karşı karşıya.
The opponents were brought face to face. During the storm I came face
to face with death. (b)
face to face with: huzurun(d)a.
face to face discussion
yüz yüze görüşme
face to face interview
yüz yüze görüşme
face transplant
yüz nakli Noun, Surgery
face transplant
yüz nakli Noun, Medicine
face up
perakende malları raflarda ya da teşhir standlarında düzenlemek Verb
face up to ...
... ile yüzleşmek Verb
face value
itibarî kıymet, saymaca değer, görünürdeki/zahirî değer/önem/anlam.
If you take his remarks only at
their face value you will not have understood his full meaning. Do not accept promises at face value.
Noun
face value
(bono, hisse senedi vb.) yazılı/itibarî/asıl değer. Noun
face value
nominal değer Noun, Accounting
face wall
istinat duvarı: bir kazıda toprağın hendeğe göçmesini önleyen duvar. Noun
face wheel
ayna dişli
be brought face to face
karşılaştırmak Verb
bring people face to face
karşılaştırmak Verb
bring persons face to face
insanları yüzleştirmek Verb
have a face lift
yüzünü gerdirmek Verb
have to face sth
bir şeyi göğüslemek zorunda olmak Verb
in the face of
(a) rağmen, … olduğu halde.
He succeded in the face of tremendous difficulties. (b) karşı(sında),
muvacehesinde.
He showed no fear in the face of danger.
in the face of all men: âleme karşı.
raise the face value
nominal değerini yükseltmek Verb
raise the face value
nominal değerinıyükseltmek Verb
type face, typeface
yazıyüzü ailesi Information Technology
English-Turkish phrases from Zargan's own database